Havva Saraç Yazdı... Bayramda Annesinin Elini Öpemeyen Evlat
Bayramda Annesinin Elini Öpemeyen Evlat
Remziye tavuklarını yemledikten sonra koyunların, kuzuların ağılına girdi. Otunu, yemini verdi, sağılacak olanları sağdı. İçeriye geçerken üzerindeki şalvarı temiziyle değiştirdi. Abdestini alıp ikindi namazını kıldı. Bugün arefe günüydü. Bayram için açtığı baklavaları fırına sürdü. İçi kıpır kıpırdı. Gece oğlu da kızı da gelecekti köye. Oğlunu da çok severdi ama kızını başka severdi. Hem sırdaşı hem arkadaşı gibiydi Hayriye. Kayınvalidesinin adını vermişti kızına. Ama Hayriye geçen yıl üniversitede arkadaşlarının yanında "Bu ad kulağa fazla demode geliyor." diyerek üşenmedi, mahkemeye başvurup ismini "Oya" olarak değiştirdi.
Hayriye ortaokul, lise dönemlerinde çok merhametliydi. Annesi bağda, bahçede çok çalışınca ona kıyamaz şalvarı üstüne geçiriverir, inek, koyun, tavuk, bağ, bostan birlikte halleder, eve girerlerdi. İki yıldır hali, tavrı biraz farklıydı. Bu yıl mezun olacaktı fakülteden. Eczacı olacaktı. Sabah namazlarına kaldıramıyordu artık kızını Remziye.
-Anne lütfen rahat bırak. Zaten sınavlara çalışırken sabahlıyorum, uykusuz kalıyorum. Bir de sen namaz diye darlama n'olursun.
Çocukken koşa koşa abdest alan "Bensiz sahura kalkmayın tamam mı?" diyen kızı Hayriye'ydi bu işte. Oya ve Hayriye aynı evlat değil miydi yoksa?
Geçen yaz da eve başörtüsüz gelince anneciği çok üzülmüştü. Babası bağırdı, çağırdı, kızdı, kükredi. "Sen yüz veriyorsun, ondan böyle bu kız." deyip sıyrılıyordu her sorumluluktan.
"İzmir gibi bir yerde başörtülü çok fazla dikkat çekiyordum. O yüzden açıldım. Ben gene aynı Oya'yım, değişen bir şey yok. Kalbim gene çok temiz annecim." dese de ana yüreği dayanamamış dualara sarılarak göz yaşlarını içine akıtmıştı.
Oya mezuniyet için aylar öncesinden kendine çok pahalı bir elbise seçmiş, annesinden kendisine para göndermesini istemişti. Annesi de arkadaşlarının yanında mahçup olmasın diye küpelerini ve bohçasındaki çeğrek altını ilçede kocasından gizli bozdurup göndermişti kızına. Oya, o parayla vitrinde günlerdir görüp beğendiği, ışıl ışıl dekolte elbiseyi aldı, giydi. Pırıltılı ojelerini sürdü. Saçlarını fönledi. Aynanın karşısında kendini süzdü.
-Mezuniyetin kraliçesi şimdiden belli oldu, teşekkürler mami, dedi.
Aksilik bu ya Remziye'nin ilçede bozdurduğu küpeleri ve çeğrek altını kocası Nazmi akrabalarından duyuverdi.
Nazmi eve bir hışımla gelip karısını tekme tokat dövdü. Remziye'nin ilk dayak yiyişi değildi bu. Evlatları küçükken de babaları dellendiğinde kendini siper ederdi. Herşeye rağmen baklavanın şerbetini dökerken türkü söylüyordu Remziye lakin gözü mosmordu.
Oğlu Selim çok düşünceli bir evlattı. Ankara'da tıp fakültesinde stajını yapıyordu. Anneciğinin bir dediğini iki etmezdi. O yine her zamanki gibi köye geldiğinde lastik çizmelerini ayağına geçirir, fedakar, cefakar anasına yardım ederdi.
Yatsı vakti kapı çaldı. Remziye koşarak kapıyı açtı. Selim gelmişti ama kızı Hayriye yoktu.
-Hani siz Kütahya'da buluşup gelecektiniz köye. Onun otobüsü tehir mi etmiş?
Selim bir anda cevap veremedi.
-İçerde anlatayım anne. Aksilik oldu biraz.
Remziye'nin suratı değişti.
-Biz beraber gelcez abimle demişti. Oğlum kaza mı oldu desene şunu?
-Yok anne kaza falan yok. Bayramda gelemeyecek Hayriye.
Bu defa babası Nazmi merak etti:
-Niye gelemeyecek geveleme de deyver şunu?
-Hayriye arkadaşlarıyla birlikte gösterilere katılmış. Yerli mallarını satan dükkanları, kafeleri taşlamışlar. Polis de onları içeri almış.
Remziye kendini yere atıp ağlamaya, ağıt yakmaya başladı.
-Ellerin kırılsın Hayriye'm. Ben seni böyle mi yetiştirdim? Sen kimin ekmek teknesini taşladın? Sen gitsen İsrail'in, kafirin zulmünü naletlesen seniylen ben de yörürdüm, ben de bağırırdım, ben de "Kahrol İsrail" derdim. "Eyyy kafir Netenyahu Gazzeli bebeler bizim de evladımız." derdim. İnsan ekmek yediği yere nankörlük eder mi? Sen nettin? Nettin sen Hayriye? Kendi yerli malını boykot nedir? Elin yolsuzunu, uğursuzunu müdafaa etmek sana mı kaldı? Oyyyyy oyyyy, ben ne deyip de ağleyem, ne deyip de böğrümde yanan ataşı dindirem. Ben böyle hıyanet evlat yetiştirmediiiiim.
Ve ertesi günü bayramdı. Misafirlere neşe içinde hazırlamış olduğu en hüzünlü tatlıları, acıyan yerlerinin üstünü örterek ikram etmişti Remziye. Yalnız başına kaldığında aynı ağıtın aynı dizesini kendi kendine tekrarlıyordu:
-Kafirin zulmünü naletlesen ben de yörürdüm, ben de seniylen kahrol İsrail derdim. İnsan kendi ekmek yediği yere nankörlük eder mi Hayriye'm?
Bayram bitince Selim annesini babasının yanında bırakmadı, onu kendi evine götüreceğini söyledi. Ona el kaldırdığı için babasıyla hiç konuşmadı. Remziye ve oğlu Selim, gözlerinde elemle karışık bir umut, Ankara otobüsüne binerek yüreklerine keder veren herkesten, her şeyden uzaklaştılar...